Sevgili X,
...
Bana söylemek istediğin bir şey var mı? “ dedim… Sustu,
hiçbir şey söylemedi. İnsanlar, günde 400 kelime ile konuşuyor; kendini tekrar etmemek için sustuğunu
düşünüyorum. Belki de o kelimeler
içerisinde en değerlilerini istedim ondan, bunlar öyle bir çırpıda söylenecek
şeyler değillerdi... Sence çok fazla şey mi istiyorum? Belki de istemeyi
bilmiyorum; daha önce hiçbir şeyi tüm kalbimle istemedim. Zaten içimde
filizlenen tüm istekler, gerçekleşme ihtimalleri belirdiği anda yok olup
gidiveriyorlar…
Hatırlar mısın, eskiden Pazar sabahları balkondan mahalleye
baktığımızda, sanki dünya her gün bizim için yeniden yaratılıyormuş gibi
gelirdi. Her yeni günle birlikte bir macera romanının ilk sayfasına
uyanıyorduk… Geçen perdeciye gidip simsiyah perdeler aldım. Kendimi güneşin artık doğmadığına inandırmaya
çalışıyorum. Çünkü eğer içerisi tekrar aydınlanacak olursa, ben bu ‘efkar
müzesi’ni andıran evde bile kendime bir umut kırıntısı bulmayı başarıp onun
peşine takılacağım ve yine gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ihtimal yüzünden
perişan olacağım, biliyorum…
Ben, onu ilk görüşümde aslında kendi perişanlığımı
görmüştüm…
Bak, yine çok konuştum… Bazen durursam herkes bana dönüp “Neden
böyle birisin?” diye soracakmış diye çok korkuyorum. Eğer bir sessizlik anı
yaşanır da birisi lafa girme ihtiyacı hisseder ve bana bu soruyu sorarsa, işte
o zaman bütün sihir bozulacakmış gibi geliyor… Sana da aynısı olmuyor mu? Sahi
sen nasıl yaşıyorsun, neler yapıyorsun? Zaten öğrenmişsindir; senin
açılamadığın bi kız vardı ya… Ben o kıza senin ağzından mektuplar yazdım! Beni
bağışla, birilerinin mutlu olmasına o kadar ihtiyacım vardı ki… Çok saçma
olacak ama bir an o mektupları sanki senin dükkanın üstünde oturan o kız için
değil de kendi sevdiğim kız için yazdığımı hayal ettim… Hep böyle yapıyorum,
yazarlar kendilerini bu kadar açık etmemeliler!
Bazen böyle çok komik bir hikâye anlatmaya kalkıyorum da
hikâyenin sonu gelmeden herkes ağlamaya başlıyor! İlk başlarda başka
hayatlardan alıntılar yaptığım için güldürmekte başarılı oluyorum ama hikâye
ilerledikçe tanıdığım gerçek insanlara tutunma mecburiyeti hissediyorum ve işte
o zaman kendi hikâyem kazaktan sarkan bir iplik gibi tüm dikkatleri üzerine
çekiyor. Ne kadar güzel hikâyeler anlatırsam anlatayım, ne kadar güzel bir güne
uyanırsam uyanayım en sonunda laf bir şekilde sonu güzel bağlanamayan bir eski
zamanlar hikâyesine geliyor… Keşke elimden daha iyisi gelseydi.
Affet, yine söyleyeceklerimiz kalbimizden dilimize ulaşana
kadar büyük badireler atlattı. Kelimeler yine en güzel çağlarını bizim
sustuğumuz devirlerde yaşadı. Ve biz konuşmaya başladığımızda artık her şey
için çok geçti… Ah, senin için daha iyisini yapabilseydim keşke! Sahi, o kız
seni aradı mı? Aramadı değil mi? Yine benim başarısızlığım senin başarısızlığın
oldu, gördün mü? Annem, ben aptalın teki gibi her seferinde en değerleri
şeyleri kırmayı başardığımda “Bu çocuklar neden böyle?” diye sitem ederdi.
Aslında senin bir suçun yoktu. Senin hiçbir zaman bir suçun olmadı ki zaten. Bu
yüzden en masumumuz olarak en çok senin kızmaya hakkın var. Kızıyorsun da
biliyorum. Her şeyi babamla ilişkilendirdiğim için… Oysa tüm bunlar benim şahsi
aptallığım, farkındayım. Sonra… O beyaz eşya dükkanında tüm gün mutfak
robotlarına ve tek kapılı buzdolaplarına baktığın için kızıyorsun… Seni
aramadığım için kızıyorsun… Ve en çok da böyle umursamaz bir adam olup kendimi
tükettiğim için kızıyorsun.
Kimse bu kadar uzun süre yaşıyormuş taklidi yapamaz
kardeşim... En iyi oyuncular çocuk oyunculardır, kurulan dünyanın gerçekliğine
kolayca inanırlar… Büyüdükçe bu dünyada gözle görülür noksanlıklar peydahlanır,
kafanı çevirdiğin her yerde yanlış oynanan bir tirad görürsün. Sen de
görmüşsündür… Onlar da gördüler… Herkes aynı hayatta yaşıyor, elbette görecekler…
Anlamışsındır, bunca zaman sonra birden bire sana mektup yazmamın
sebebi, seni çok özlemem değil. Evet, seni özlüyorum ama ben bunu aslında onun
bana söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için yazıyorum. Ben sadece onun yerine de konuşmak
istedim… Senin yerine… Ve başkalarının… Şimdi neden bu kadar geveze bir adam
olduğumu anlıyor musun?
Komik olan ne biliyor musun, birazdan hiçbir şey olmamış
gibi yaşamaya devam edeceğim. Ama arada
gözümü kapayacağım, hatırladığım
güzelliklerde bulacağım sizi. Sabah mahallede oynamaya çıktığımızda ya da
üniversiteyi bitirdikten sonra, iki bin
bilmem kaç yılında, okulun oralarda bir yerde, onunla otururken hissettiğim o “sanki
bir şeyler olacak” hissiyle hatırlayacağım sizleri. Belki bazen neden onu ne
kadar sevdiğimi söyleyemediğimi,
yaşamaya istidadı olmayan biri olarak her şeyi ondan beklememin ne kadar
büyük bir ahmaklık olduğunu düşünüp pişman olacağım. Seninle yeterince vakit
geçiremediğimiz için kendimi suçlayacağım. Hep çok yaklaştığım ama ulaşamadığım
bir mutluluğun belli belirsiz hatırası ile yaşamaya devam edeceğim. Günde 400
kelimeden fazla konuşacağım. O kadar çok konuştuktan sonra geriye dinmek bilmeyen
bir özlem kalacak; işte sizleri oraya saklayacağım kardeşim…
Kardeşin,
Y.