25 Mayıs 2020 Pazartesi

Günler Haftalar Aylar





1
Bizi tanıyan son insan da öldüğünde, hiç yaşamamış mı olacağız? 

2
Balat’ta, günlerce bir pencerenin kenarında, eve döndüklerini müjdeleyecek bir kırlangıç arayan denizciler gibi gözünü gökyüzünden ayırmadan oturman unutulacak mı? Bir fındık tarlasının ortasında, her tarafın yara bere içindeyken elindeki sepeti bırakıp aileni düşünmen, hepsinin artık Karadeniz’in diğer tarafındaki bir fotoğraftan ibaret olduğunu hatırlayınca ağlamaya başlaman… Oğlunun düğünü, kızınla küsmen, bahçeni kimsenin giremeyeceği kadar büyük bir ormana çevirmen, yıllarca o ormanın dışına çıkmaman, omzunda büyüyen o el kadar çocuğun yarın seni omzunda taşıyacak olması… 
Hastane görevlisinin çay uzatır gibi önüme bıraktığı ölüm belgesine baktığımda, seninle ilgili bildiğim her şeyi bir kez daha kendi kendime tekrar ettim. 
Birileri seni görmeden de tanısın, tüm bunların yaşandığına şahitlik etsin diye.

3
Tüm kuzenler yıllar sonra tekrar aynı bahçedeydik. Biz sıkıcı yetişkinler olarak sessizce oturduk; ama çocukluklarımız ağaçların arasında koşturup, dalakları düşene kadar gülüp oynadılar. Yorulduklarında yerdeki sofraya oturdular, koca karpuzu üstlerine başlarına akıta akıta iştahla yediler. Bir an için bizimle göz göze geldiler, sanki büyümenin ne olduğunu anlamış gibi birden durgunlaşıverdiler. Sonra tekrar çocuk oldular, içeri gidip sabaha kadar atari oynadılar… 
İncir ağacının altında hiç durmadan tüm gece ağlamak istedim; ama nasıl yapıldığını bir türlü hatırlayamadım.

4
Gecenin köründe açık olan tek dükkanı bulup yaptırabildiğimiz kadar güveç yaptırdık. Usta ile böyle durumlarda alınacak güveç sayısından cenaze evlerinin sevilen garnitürlerine kadar geniş bir yelpazede hasbihal ettikten sonra eve gidip hiç tanımadığımız insanlarla güveç yiyip, memleketin ahvalini tartışmaya başladık. 
Çekyatın kenarında otururken kendi bilincini kazanmış bir film karakteri gibi bir anda irkildim; nerede olduğumu, oraya nasıl geldiğimi anlamlandıramıyordum. Panikle lavaboya koştum, elimi yüzümü yıkadım, gelip yine aynı yere oturdum. Üstüm başım su içinde, çekyatın kenarından insanları izledim… Eti yiyip közlenmiş biberi bırakıyorlardı. ”Biberleri de yiyin” diye bağırdım. Kafalarını kaldırıp baktılar, sonra tekrar etleri yemeye devam ettiler. 

5
Tüm cenaze işlemlerini o akşam kuzenle beraber ezber ettik. Sabah erkenden kalkıp Mezarlıklar Müdürlüğü’ne gittik. Çoktan ölmüş olduklarına yemin edebileceğim memurların ağzından laf almak için kırk takla atıp hazine haritalarına benzeyen eski püskü tapulara baktık. Mezarlığa gittik, eğer mezar yerini genişletmeyi düşünürsek faydalanabileceğimiz ‘o güne özel’ kampanya tekliflerini yerinde dinledik. Yakında aramızdan biri ölürse, bu teklifin çok işimize yarayacağını söyleyen görevliye teşekkür ederek müdürlüğe döndük. Cenaze aracının şoförü “Oradan bir tabut bir de kapak seçin” dedi. Hepsi birbirinin aynı yüzlerce tabutun olduğu dev bir deponun içinden ilk önümüze geleni ‘seçtik’. “Bu iyi”, dedik. “Bununla taşıyacağız büyükannemizi.” 

6
Amerikan romanlarının sonsuzmuş gibi gelen nehirleri boyunca araba sürdükten sonra hastaneye vardık. Morg girişinde duvarın dibine çökmüş insanların yanından geçtik, görevlinin işaret ettiği çekmeceyi açtık. “Tutun” dedi, birbirimizi baktık; başka çaremiz olmadığını anlayınca kefenin iki ucundan tutup yere indirdik. 
Ölümün ne demek olduğunu sevdiğin birine dokunarak öğrenmek kadar kötü bir şey yok. 

7
Gasilhanenin önünde kredi oranlarından, ev taksitlerinden ve diğer tüm sıkıcı yetişkin konularından bahsettiğimiz sırada, kızlardan oluşan kalabalık bir grup yanımıza yanaştı. Konuya “Başınız sağ olsun” diyerek giren ve sonradan bir İmam Hatip Lisesi’nde öğretmen olduğunu öğreneceğimiz hanımefendi, sesindeki nezaketi bir an olsun kaybetmeden -eğer bizim de iznimiz olursa- çocukların cenaze yıkama işlemini yerinde gözlemlemek istediklerini, bunun eğitimlerine çok faydalı olacağını söyledi. Kuzenle önce birbirimize, sonra görevliye baktık. “Eğitim için geliyorlar arada…” cevabını alınca omuzlarımızı silktik, “Peki, girin madem”.
Öğrenciler, sanki hayatlarının en güzel okul gezisindelermiş gibi yüzlerinde güller açarak mevtanın yıkanacağı odaya girdiler.

8
Gözümün bir yerden ısırdığı, şimdi muhtemelen bambaşka insanlara dönüşmüş kişilerden oluşan cemaatin önünde küreği elime almış, çocukluğumun üstüne toprak atıyordum…  Büyümek böyle bir şey sanırım, hayatın mutlak evreleri olduğunu ve istesen de istemesen de tüm o evreleri yaşayacağını geç de olsa kabullenmek. 
Bir an için, tanıştığımız ve bir yerlerden tanışıyor gibi olduğumuz herkesi düşündüm. Hiçbir zaman yeterince vaktimiz olmamıştı… 
Vaktimiz olsaydı, her şeyi layıkıyla mahvederdim, böyle sürüncemede bırakmazdım.

9
Kuzenlerle bir sonraki cenazede buluşmak üzere vedalaştık. Ayağımı sürüye sürüye eve gittim, kapalı televizyonun ekranını izlerken boş bir hayat yaşayıp yaşamadığımı düşünmeye başladığım sırada telefon çaldı. Görüşmeyeli sesini unutmama yetecek kadar çok olan bir arkadaşım, baş sağlığı diledikten sonra anneannemin de bir parçası olduğu çocukluk anılarımızdan bahsetmeye başladı. 
İleride başımıza gelebilecek tüm güzel şeylere dair hayaller kurduğumuz, hayallerimizi kendimize yastık yapıp geceyi gündüz ettiğimiz günlerden konuştuk. Saatlerce konuştuktan sonra telefonu kapatmadan önce oluşan o malum sessizlik anında soluklandık. Yıllar boyunca, bunun için hiçbir sebep olmamasına rağmen birbirimizi arayıp sormayacaktık. Bu bir vedaydı ve bildiğim tüm cümleler içerisinden en değerlisini seçmem gerekiyordu:
Hatırladığın için sağ ol.

10
İnsanlar, sevdiklerini iyi hatırlamak ister. Bu yüzden ölenler, bir zaman sonra zihninizdeki iyi anılardan ibaret olurlar. Onların gerçekte hatırladığınız kadar iyi ve kusursuz olup olmadığı önemini yitirir. Bilmiyorum, belki hafızamın bir oyunudur, belki minnet borcunu ödeme isteğidir, belki de gerçeğin ta kendisidir… Ne olursa olsun, anlatmam gerekiyordu.  

11

Günler, haftalar, aylar geçecek… 
İyi rüzgar alan bir balkon köşesinde, neyi başarıp başaramadığımı umursamayan insanlarla birlikte gülüp eğleneceğim. Öyle ki, beni ilk defa görenler hayatımda hiç mutsuz olmadım sanacak.
Bir Yaz gününde, tüm aylaklığıma inat, çocukluktan kalma bir alışkanlıkla ileride istediğim her şeyi başarabileceğime kendimi inandıracağım. Akşam güneşinin altında olur olmaz hikayeler uydurup hepsinin sonunu mutlu bağlayacağım.
Günler, haftalar, aylar geçecek… 
İstemeye istemeye yorganı kaldırıp da yeni insanlar tanıyacağım… Bazen -çok ama çok kısa bir an için- sonsuza dek birlikte olacakmışız hissine kapılacağız da sonra tüm tez canlı insanlar gibi biz de coşkumuzla birlikte zaman değirmeninde öğütülüp un ufak olacağız. Herkes gibi biz de unutacağız, unutulacağız.
Günler, haftalar, aylar geçecek… 
Ben kimse sıkılmasın diye sürekli bir şeyler anlatıp durmaya devam edeceğim. Gerçek olmadığını ilk cümlesinden anladığım hikayeler dinleyeceğim ama ses etmeyeceğim, birilerinin zeki olduklarına inanıp mutlu olmalarını sağlayacağım. Hep yaptığımı yapıp umurumda değilmiş gibi davranacağım.
Bazen işe gitmek istemeyeceğim, bazen eve dönmek... Bazen herkesten ve her şeyden nefret ederek uyanacağım, bazen kendimi dünyayı kurtarmayı hayal ederken bulacağım.
Günler, haftalar, aylar… Ne kadar zaman geçerse geçsin, ne yaşanırsa yaşansın sonunda birlikte geçirdiğimiz o çocukluk günlerini kendime yastık yapıp da uykuya dalacağım. “İyi uykular” diyeceğim, senden rol çalacağım.
İyi uykular anneanne. Sensiz geçen bu koca ahmak yetişkinliğim belki arada unutur ama çocukluğum seni asla unutmayacak.