-Bir şey söylemeyecek misin? Senelerdir kapısını bile açmadığımız bir evin içinde sessizce oturup su bardağında çay içiyoruz! Gelirken sokağı bulamadım, kendi evime gelebilmek için başkalarına yol sordum ya ben!
Bizim burada ne işimiz var abi? Deli miyiz, biz ne yapıyoruz şu an burada?
+Seninle bir ilgisi yok, ben deliriyorum İpek. Annem gibi deliriyorum…
* * *
Annemi hiç görmedim. Fotoğraflardan bana gülümsemeye çalışan güzel bir kadın benim için annem. Sorbonne’da felsefe okumuş, babamla evlenmiş, birkaç yıl parti sekreterliği yapmış, büyük dedemizin ve hatta Lacan’ın da vakti zamanında çalışmış olduğu Saint Anne’de tedavi gördükten sonra tekrar ülkeye dönmüş ve bu evde bir yıl kaldıktan sonra… Sonrası yok, bana hiç anlatmadılar.
Arada, aslına bakarsanız ne zaman işler sarpa sarsa, buraya gelip annemin dizlerinin dibine yatmayı düşündüm; ama hiçbir zaman yapamadım… Kurduğum kitapevi battı, hayatta sevdiğim tek adam başkasıyla birlikte ve işin acı tarafı tüm o ‘favori çift’ yorumları ve kalplerle dolu paylaşımların ötesinde ilk defa gerçekten mutluymuş gibi gözüküyor! Sanki hayatından beni söküp attığında adı konulamayan o meşum hastalığını da yenmiş gibi…
Şu anda naftalin kokulu bir yorganın altında, kendime saygımı tamamen yitirene kadar ağlıyor olmalıydım. Onun yerine, annemin kendini öldürdüğü evde, delirmeyi bir aile geleneği haline getirmeye çalışan gelenekçi abimin hezeyanları ile boğuşuyorum.
Tam sıra bana gelmişken vezne kapanmış gibi hissediyorum. Oysa benim sıramdı, çok uzun zamandır ağız tadıyla delirmeyi bekliyordum ben. Bu, gerçekten büyük haksızlık!
* * *
-‘Deliriyorum’ derken abi?
+Düzden deliriyorum işte kızım, neyini anlamıyorsun?
-Bir sabah kalktın, işe gittin, bergamot yüzünden aslında başka ne kattığının hiçbir önemi olmayan o lüks çay karışımını yudumlarken birden deliriyor olduğunu fark ettin, ofistekileri topladın ve “Kusura bakmayın arkadaşlar, ben deliriyorum, siz halledersiniz” mi dedin?
+Her şeyle dalga geçmek zorunda mısın sen?
- Bu da benim rahatsızlığım, dalga geçemezsin!
+Siktir git, kime ne anlatıyorum ben ya…
-Yok yok, tamam! Dinliyorum. Lütfen.
+ Geceleri nefes alamıyorum.
-Nasıl nefes alamıyorsun?
-Alamıyorum işte, nefesim kesiliyor… Uykumda öleceğim diye korktuğumdan uyku uyuyamaz oldum. İşteyken sürekli eve gidip uyuyacağım anı düşünüyorum; ama eve gidince uyuyamıyorum. İş yapamaz hale geleceğim, Miray çocukları da alıp gidecek, evde yapayalnız kalacağım, sonra da annem gibi… Kehanet gibi bir şey bu... Önce annemdeydi, şimdi de bana geçti!
* * *
“Kimse yoğurmuyor bizi yeniden topraktan ve çamurdan, kimse sözünü etmiyor tozlarımızın. Kimse.”
Bazen herkesin geçtiği sınavdan bir tek ben kalmışım gibi oluyor. O taklayı bir tek ben atamamışım, köprüyü bir tek ben kuramamışım, bir tek benim resmim bir çocuğun taşları çiçeklendiren inatçı hayal gücünden nasibini almamış, bir tek benim parmaklarım flüt çalmaya uygun gelişmemiş…
İnsanlar sonuçlara çok takılıyor, biraz da ondan oluyor. Yoksa benim güzel bir gidiş yolum var...
Sonunda like’ları başkaları aldı ama ben onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. O gün üzerinde nelerin olduğunu unutmadım mesela. En sevdiği şarkıyı, güldüğünde yüzünün aldığı şekli, başımın omzunda bıraktığı izi, birlikte dünyadaki tüm kalp kırıcı günlere karşı koyabilecekmiş gibi hissettiğimiz geceleri … Bunların hepsi benimle, ne yaşanırsa yaşansın… Oradan baktığınızda kaybetmiş gibi gözüküyor olmam, bunu değiştirmeyecek.
* * *
Şirketinin ve evliliğin altında ezilen canım abimin kaçış bileti olarak deliyi oynaması çok insani bir hamle ama kusura bakmasın, o kadar kolay değil o işler!
Kimin parasını hangi fona yatıracağıyla ilgileneceğine kimin nasıl hissettiği ile ilgilenseydi bunu kendisi de anlayabilirdi ama neyse ki ben konuya pek yabancı değilim, kendisine yardımcı olacağım;
“Delirmiyorsun abicim, sadece depresyondasın. Bir uzmana görünsen iyi olacak.”
Delirecek gibi olan benim, sen ailedeki delileri karıştırdın herhalde!
* * *
-Abi?
+Ne var?
-Niye burada buluştuk? Tamam, burayı delirmenin merkez üssü olarak görmüş olmanı anlaşılabilir bir durum ama yine de…
+Annemi özledim.
…
+ Bir hafta önce geldim.
-Bir haftadır burada kalıyorum deme bana!
+Gel, sana göstereceğim bir şey var.
Abimle birlikte annemin odasına çıktık, annemin dinlediği plaklarla dolu bir kutunun dibinden üzerine rengarenk çiçekler çizilmiş bir defter çıkardı abim. Bana uzattı, “Yazma yeteneğini ondan almışsın.” dedi.
Abimle birlikte yere oturduk, sırtımızı yatağa verdik. Abim sanki günlerdir o anı bekliyormuş gibi anında uykuya daldı.
Annemin dizlerinin dibine uzandım, rastgele bir sayfa açtım.
* * *
İpek'e,
Ölmek ne kolay
Yabancı bir tavanın altında
Adın kaybolmuşken dudaklardan
Buzlar erimişken
günler dünlere karışıyorken
Ve yüzün gelmiyorken gözlerin önüne
Parça parça, bölük pörçük akşamlar
Ölmek ne kolay.
Çökmüşken dizlerinin üzerine
Pantolon iz yapmışken ve üstün başın kolonya kokarken
Bir yer sofrasında ya da yücelerden yüce bir makam sahibinin huzurunda
Süklüm püklüm olmuşken
Topukların kırılmışken
Umutların kırılmışken
Haksızlıklar boyunu aşmış
Adın silinmiş, unufak olmuşken
Ölmek ne kolay
Yaşadıkça.
Sen zor olanı seç. Seni her şeyden çok seven annen.