8 Kasım 2020 Pazar

DİYEMEDİM III

 

İnanır mısın, bu sefer bana da sürpriz oldu…


 

İnsan, bu kadar yanlış yaptıktan sonra yanlışlıkla da olsa doğruyu bulurum diye düşünüyor ama gördüğün gibi o iş tam da öyle olmuyor! Bütün yanlışlar bir noktadan sonra aynı kapıya çıkıyor Burcu, öyle olmasa nereye bırakırsan bırak evin yolunu bulan sadık köpekler gibi dönüp dolaşıp kapında biter miydim hiç?

 

Konunun senle ilgisi olmadığının, “Burcu sana söylüyorum, hayat sen anla” konulu bir serzenişin mağduru olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim. Yani, bir yangının külünü yeniden yakıp geçmeye gelmedim buraya Burcu. Seni sevmekten daha iyi ıstıraplar bulduğumu önceki eserlerimde belirtmiştim, sen dinlemediğin için o kısmı kaçırmış olabilirsin. 

Haklısın, bunları belki de gidip günlüğüme yazmalıyım ya da iyi bir psikolog bulup ettiği mesleki yemine onu pişman edene kadar başının etini yemeliyim ama elimde değil, beni senin kadar dinlemeyen biri daha yok. Seninleyken mecburen kendime kulak veriyorum, bana iyi geliyor. 

 


Biliyor musun, o adı batasıca Rus yazarlar haklıydı Burcu. İnsanı en çok acıtan şey, hayal kırıklıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklar... Bazen sanki tüm hayatım, birbiri ardına gelen kıl payı kaybedişlerden ibaretmiş gibi geliyor. Sanki istediğim bölümü bir puanla kaçırmışım da hayatın istemediğim bir bölümünü yaşamak zorunda kalmışım gibi. Ne demek istediğimi anladığını düşünmüyorum zira seninki bir hayat mücadelesi değil, olsa olsa hükmen galibiyet. Olduğundan afili göstermek zorunda olduğun kaybedişlerinin olmaması senin eksiğin Burcu, güzel gözlerinden olduğu gibi bahtının açıklığından da sen suçlusun.

 

Artık kimsenin incelikleri şeyleri anlamaya vakti yok Burcu. Herkes bir hayatın içine onlarca hayat sığdırmaya çalışıyor, hepsini yarım yamalak yaşayıp eline yüzüne bulaştırıyor. Hepsini toplasan, bir hayat etmiyor. Yaşamaya pek istidadı olmayan biri olarak, iyi bir hayat nasıl yaşanır, bununla ilgili ahkam kesecek değilim ama nasıl yaşanmayacağı ile ilgili ciltlerce eser verebilirim. Biliyorsun, yaşayamamanın Van Gogh’u, Godard’ı sayılırım.

 

Yanlış anlama, 90’ların başında Manchester’da müzisyen olma hayalimden, seksenlerde yapılan gençlik filmlerinden, yağmur sonrası içine çektiğin o toprak kokusundan, son dakikada gelen şampiyonluk golünden, atlardan ve menemenden bile daha çok seviyorum hayatı. Ama işte çok sevdiğin, tutkuyla bağlı olduğun bir şeye yeteneğinin olmadığını fark etmenin de ince bir kederi var Burcu, çatlakların arasına sızıveren kar suyu gibi yürüyor insanın ta derinlerine. Hiç geçmeyen meşum bir hastalık gibi en olmaz anlarda yokluyor, dudağının kenarındaki çukurun içine sinsice gizleniyor, her gülüşünde nüksediyor.

 


Zaman o kadar hızlı akıp geçiyor ki, insan vakti zamanında niye, neden, ne kadar üzüldüğünü bile anımsayamıyor. Şimdi çektiğimiz çileler, ileride belki de gülümseyerek hatırlayacağımız anılara dönüşecekler; gülümsediklerimizse özlemle andıklarımıza. Bu yüzden kendimizi paralamanın ya da muzaffer bir komutan gibi savaş alanında gururla salınmanın bir anlamı yok. Buna fanilik hissi diyorlar Burcu, alelacele hayatının muhasebesini yapıp ona değer biçmeye kalkıyor insan. Tüm bu yaşananların bir değeri olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyor. Bugün helvalar kavrulacak olsa, ağızlarda güzel bir tat bırakacağından emin olmak istiyor. Çocukken amaçsızca geçen yaz günlerindeki kadar sonsuz olduğuna inanmıyor hayatın, bazı ihtimallerin çoktan yok olup gittiğini düşünüyor. Şimdi dönüp de elimde kalanlara baktığımda, bazı şeyler yanıma kar kalsın istiyorum Burcu. Söyler misin, çok mu şey istiyorum?

 


Her seferinde bunun son karşılaşmamız olacağını düşünüp neyim var neyim yok, sular seller gibi anlatıyorum sana. İnsan ne kadar konuşursa konuşsun yine de kendini eksik anlatıyor Burcu. Herkes sıra kendine geldiğinde kuracağı cümleyi düşünürken uzun uzun kendini anlatmanın ne kadar boş bir çaba olduğunu unutuveriyor. Herkesin derdinin kendine yettiği şu zamanlarda, zaten ortalık karışık diyerek asilce kenara çekilemiyor. Yaptığı tüm aptallıklardan, bencilliklerden sonra bile onu sevmeye devam etmelerini sağlayacak o cevheri (?) görsünler istiyor. 


Beni sizin için yapmadıklarıma rağmen severseniz gerçekten çok makbule geçer! 

 


Şimdi izninle gidip birini sevecek, hayatın sırrına mazhar olduğumu düşündürecek anlar yaşayacak, çokça gülüp eğlendikten sonra yaptığım aptallıkların getirdiği pişmanlıkları zamanın şefkatli kollarına bırakacağım. Bazen uzay-zamanda adını anmaya değmeyecek kadar küçük bir yer kapladığımı düşünecek bazen de dünyanın efendisiymiş gibi hissedeceğim. Sana da aynısını yapmanı tavsiye ederim. Dünya sana yeterince torpil geçti, bir noktadan sonra muhakkak işler kötüye gidecektir. Üzülme, zamanla alışırsın!



Seninle konuşmanın bana ne kadar iyi geldiğini unutmuşum. Olur ya bir daha görüşemeyiz; iyi günler, iyi akşamlar, iyi seneler. Umarım iyi bir hayat yaşarsın.





Diyemedim.


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder