Neden Liverpool'da doğmadık ve ben seni dandik bir barda
özleyerek ömür tüketmedim, hiç anlamıyorum…
* * *
Evimizin yakınlarında küçük bir lunapark vardı. Bazen, hafta sonları babamla oraya hiç
kimseyi korkutamayacak kadar zavallı görünen yaşlı korku trenine binmeye giderdik.
En ateşli arzularımızın, peşinde koştuğumuz ideallerin sönüklüğüne vurgu
yaparcasına gülünç bir korku treniydi. Belli ki biz, hayatımız boyunca, peşinde
olduğumuz şeylerin çürümüş kabukları ile yetinecektik. Bu parkta ona alıştırılıyorduk.
Bugün ne hafta sonuydu ne de biz korku trenine binmeye niyetliydik. Babam, dayımın düğünü için kendine bir günlük izin vermişti. Günlerden Salı'ydı. Oyun parkının karşısındaki caddede, berberin önünde dikilmiş
sıramızın gelmesini bekliyorduk. Kafamı
dükkandan içeri uzattım, üst raftaki küçük televizyona baktım. Berber, usturasını
bırakmış, yanan gökdelenleri
izliyordu. O ve diğer tüm insanlar en az
benim kadar çocuktu o an, herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Babam
“Neydi bu binaların adı?” dedi. Berber ekrandan gözlerini ayırmadan cevapladı,
“Empire States…”. Değildi. “Hayır” dedim,
“Onlar, İkiz Kuleler”. Berber dönüp beni
yukarıdan aşağı bir süzdü, çocuk olduğuma kanaat getirince tekrar büyük
meseleleri izlediği o küçük televizyonuna geri döndü. Ve sonra her şey mahvoldu. Korkarım
sanmıştım; ama korkmadım. Korkmadım, üzülmedim; hiçbir şey hissetmedim. Ben,
oyun parkındaki küçük bir çocuktum, nasıl üzülebilirdim ki?
* * *
Senem’in anne ve babası o binadaydılar. Saat daha dokuz bile
olmamıştı, uzun güzel bir gün olacak diye düşünmüştü herkes. Oysa birazdan
cehennem on kat aşağıda onlar için kurulacaktı. Önce her yer sarsıldı, sonra tüm
hayaller umutsuzluk içinde yok olmaya yüz tuttular. Ve sonunda, herkes hiç gelmeyecek bir
helikopteri beklerken, her şey son
buldu.
Senem çok ağladı… İngiltere’de babaannesinin evinde, kendisi
için hazırlanmış o odada, yorgunluktan bitkin düşüp uykuya kaldı. O sırada
Manchester’da yağmur yağıyordu, şehrin tüm melankolik müzisyenleri istirahate
çekilmişti. Senem sonradan hatırlayamayacağı bir rüya gördü; orada sevdiği hiç
kimse henüz onu terk etmemişti. Sabah yüzünde bir gülümsemeyle uyandı. Rüya olduğunu anladığındaysa tekrar ağlamaya
başladı, hem de bu sefer sanki hiç susmayacakmış gibi ağladı.
Çok güzel gözleri
vardı, yakut kırmızısı.
Sonra Manchester’da 10 yıl yağmur yağdı ve Senem o 10 yıl
boyunca ne zaman aklına anne babası düşse ağlamaya kalktı; ama yapamadı. İnsan tüm
hayatı boyunca yas tutarak yaşayamıyormuş. Ve hatta insan, bazen yaşayamıyormuş.
* * *
Liverpool’da bir bardaydım… Manchester’daki okula uğramayalı
2 ay oluyordu. Okulu bırakmayı düşünüyordum.
Sanki tam benim zamanımın geldiğini hissettiğimde Oasis çıkıp bütün
parsayı toplamış gibiydi. Birileri şehirde mutluluktan ve mutsuzluktan ne
kazanabiliyorsa kazanmıştı da geriye kalanların kaderleri hiçbir şey kazanmadan
kendi kendini tüketmekle mühürlenmişti.
Manchester’dan nefret ediyordum. İnsana sanki bir şeyler başarabilecekmiş
hissi veriyordu. Liverpool öyle değildi. Liverpool’un ömür tüketmeye uygun bir
havası vardı… Son kadehi de “sarhoşların ömrüne bereket” deyip yuvarladıktan
sonra bar tezgahının üstüne kapandım. Karanlığa gömdüm kendimi... Yirmili yaşlarımdaydım,
her şey aptallık yapmak içim son derece müsaitti ama ben hiçbir şey yapmak
istemiyordum. Zamanın ortasında asılı kalmayı, hiçbir önemli kararı vermeye
mecbur kalmadan bu dünyadaki vaktimi sonlandırmayı umuyordum.
Ceketimi aldım, yalpalaya yalpalaya bardan çıktım, tuttuğum odaya
doğru yürüdüm. Asansörde genç
üniversiteli bir kız vardı, onunla tek kelime konuşmadan kendi katıma çıktım,
asansörden indim, koridorda yürümeye başladım.
Günlerden Salı’ydı. Rolling Stones, “Ruby Tuesday” çalıyordu,
duyabiliyordum. Odama girdim… Şarkı
devam ediyordu…
“When you change with every new day
Still I'm gonna miss you...”
Televizyonu açtım, birisi yüksek bir binadan aşağıya
atlıyordu. Gözleri… Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleri yakut kadar güzeldi.
Ve... Günlerden Salı’ydı işte, başka da hiçbir şey bilmiyorum.
“Goodbye Ruby Tuesday…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder